Vaktin Evladı mı, Vaktin Katili mi?

Modern Sanatta İhtişam ve Sanatsallık Meselesinin Politik ve Sosyolojik Veçheleri Üzerine

“Yok etmek… hayır, artık Aeneis’i yok etmek istemiyorum.”
“İşte şimdi gerçekten iyileşmiş sayılırsın, Vergilius”

Vergilius’un Ölümü1Hermann Broch, Vergilius’un Ölümü, çev. Ahmet Cemal (İstanbul: İthaki Yayınları, 2022), 482.

Karl Marx ve Friedrich Engels, 1848 yılında yayımladıkları Komünist Manifesto’da, içinde bulundukları asrı ve o asrın yapısını tarif etmek gayesiyle “katı olan her şey buharlaşıyor”2Friedrich Engels ve Karl Marx, Komünist Manifesto, çev. Tanıl Bora (İstanbul: İletişim Yayınları, 2018), 56. ifadesini kullanıyorlar. Dâhilerin yüzyılı olan on yedinci asırdan beri süregelen ilerleme hadisesi, on dokuzuncu asır ile birlikte tarihin seyrinde büyük bir kırılmaya, bükülmeye, dönüşüme yol açmıştır. On dokuzuncu asırdaki bu başkalaşım, insanla temas hâlinde olan tüm düşünce alanlarını derinden etkilemiştir. Bu etkilenmeyle birlikte insanların yaşam biçimlerinde, politik temayüllerinde, toplumsal irtibat biçimlerinde önemli değişimler olmuştur. On dokuzuncu asır bu bakımdan, gitgide modernleşen dünyadaki en önemli modern kırılımların bir temsili gibidir. On dokuzuncu yüzyılda hâkim olan ruhu Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi’nin ilk sayfasında “Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı, hem aptallık; hem inancın devriydi, hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu.”3Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi, çev. Didar Zeynep Batumlu (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2023), 3.  cümleleriyle tasvir etmiştir. Yine bununla birlikte Sadullah Paşa, On Dokuzuncu Asır şiirinde “Mecâz oldu hakîkat, hakîkat oldu mecâz / Yıkıldı belki esâsından eski mâlûmât” veya “Zamân zamân-ı terakki cihân cihân-ı ulûm / olur mu cehl ile kabil beka-yı cem’iyyât”4Tanzimat şairi Sadullah Paşa’nın yirmi beş beyitten oluşan On Dokuzuncu Asır şiirinden nakledilen iki beyit. mısralarıyla on dokuzuncu asrın ruhunu sarahaten dile getirmiştir. On dokuzuncu asır sahiden bir ilerleme zamanı, on dokuzuncu asrın dünyası ise bir bilimler dünyası olmuştur.

Umudun baharı, umutsuzluğun kışında veyahut eski malumatın esasından yıkıldığı bu dönemde, düşüncenin sistemli yeni sahaları da vuzuh etmiştir. Bu dönemde matematik, psikoloji, sosyoloji ve hukuk gibi alanlar kendi müstakil sahalarını kurmuşlardır. İnsan zihninin kuvvetini temel alan bu sahalarda dolayısıyla nihai amaç; bilimsel yasalara uygun bir toplum inşa etmek, insan ruhunun nasıl bir mefhum olduğu hususunda sarih kanaatlere varmak, matematiksel mantık yoluyla anlaşılmaya değer olanı anlamak ve yeni bir hukuk anlayışı kurmak olmuştur. Auguste Comte’un sosyoloji kavramını ilk kez on dokuzuncu asrın ilk yarısında kullanması, Georg Cantor’dan David Hilbert’e uzanan matematiksel mantıktaki mutlak hakikate ulaşma çizgisi, Rudolf von Jhering’ten Hans Kelsen’e varan hukuk anlayışı ve Jean-Martin Charcot’dan Sigmund Freud’a değin gitgide şöhretini artıran psikiyatri / psikanaliz çizgisi on dokuzuncu asrın ruhunu yansıtır niteliktedir. Bu dönem, her alanda ilerlemenin, sistemleşmenin, bilimselleşmenin dönemidir. Bu yeni dünyada toplumsal ilişkilerden, politik yapılanmalara kadar birçok şey yine bu yeni dünyaya uyumlu bir hâl almaya başlamıştır. Aklın ve bilimselliğin kutsiyetine inanılan bu dönemde, bu dönemin ruhuna karşı çıkmış Joseph de Maistre, Donoso Cortés yahut bir ölçüde Friedrich Nietzsche gibi düşünürler olsa da bu insanların sayısı, aklın ve bilimselliğin kutsiyetine inananların yanında çok az kalmaktadır.

Sosyolojiden hukuka, matematikten politik felsefeye birçok alanda önemli ilerlemelerin kaydedildiği bir zaman diliminde, sanat da bu zaman diliminin koşullarına göre kendisini yenileme ihtiyacı hissetmiştir. Tıpkı diğer düşünce alanlarının ilk modern temsilcileri gibi modern sanatın ilk temsilcilerinin de on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında dünyaya gelmiş olmaları bir tesadüf değildir. On dokuzuncu asırdaki bu başkalaşım yalnızca politikanın ve felsefi düşünce sistemlerinin değil aynı zamanda sanatın da seyrinde derinden bir değişime sebep olmuştur. Modern şiir, modern resim, müzikteki modern hareketler ve sanat alanı içindeki tüm modern atılımların kaynakları, yine on dokuzuncu asrın ruhunun bir neticesidir. Modern Rus edebiyatının kurucusu sayılan Puşkin 1799’da, modern Amerikan şiirinin ilk büyük temsilcisi kabul edilen Edgar Allan Poe 1809’da, Pierre Bourdieu’nün kurucu ilk modern5Charles Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, çev. Ali Berktay (İstanbul: İletişim Yayınları, 2021), 9. kabul ettiği Charles Baudelaire 1821’de, modern resmin ilk örneklerini verdiği düşünülen Édouard Manet 1832’de doğmuştur. Bugün modern sanat dediğimiz mefhum, on dokuzuncu asrın ilk yarısında doğan ilk modern sanatçılar tarafından bilfiil inşa edilmiştir.

Bu inşa sürecinde esas kabul edilen değerler nelerdir? Bu dönemde sanat da düşüncenin birçok alanı gibi bilimselleşme ve sistematikleşme temayüllerine boyun eğmiş midir? Bu iki zor soruyu şimdilik bir tarafa bırakırsak şüphe edilemeyecek tek şey, o çağın sanatçılarının gitgide modernleşen bir dünyada klasik ve romantik sanatın varlığını sürdüremeyeceği inancına sahip oluşlarıdır. Bu sebeple isteyerek yahut istemeyerek fakat muhakkak bilinçli bir tercihle, sanatın modern dünyada varlığını ve geçerliliğini devam ettirmesi için sanatta modern atılımların mecburi olduğu anlayışı sanatçıların görüşlerinde hâkim olmuştur. Sözgelimi şiirde Charles Baudelaire, resimde Édouard Manet eğer şiirde veya resimde bir yenileşme süreci başlamazsa, eski şiirin ve eski resmin bu yeni dünyada varlığını sahici bir şekilde sürdürebilme imkânının olmadığı düşüncesini paylaşmışlardır.

Bu noktada belirtilmesi gereken bir husus, sanatın bu modern dünyaya göre kendisini yenilediği fakat bu yenilenmenin modern dünyanın yaşam tarzını olumlayan değil olumsuzlayan bir tavırla vuku bulduğudur. Sanat modern yaşamın aleyhinde bir tavır göstermek suretiyle modernleşmiştir. Bir başka tabirle sanat yenilenmiş fakat bu yenilenme on dokuzuncu asırdaki yeni dünyanın muhalifi olmayı amaç edinen bir yenilenmedir. Sanatçı tarihte belki de ilk defa, modern dünyanın aydınlığından, karanlığa ve melankoliye bu denli sığınmıştır. Baudelaire’in Anywhere Out of the World6Charles Baudelaire’in Le Spleen de Paris isimli şiir kitabındaki bir şiirin ismi. şiarı, on dokuzuncu yüzyılda başlayan modern sanatın ruhunu hülasa eder niteliktedir. Bu dönemin sanatı yenileşmek mecburiyeti altında olağanüstü bir eski dünya özlemi taşımaktadır. Arthur Rimbaud’nun Je regrette l’Europe aux anciens parapets7Arthur Rimbaud’nun Le Bateau Ivre şiirinden bir mısra. Türkçesi: Özledim eski hisarlarını Avrupa’nın (S. Eyüboğlu tercümesi). ve Ah! Que le temps vienne / Où les coeurs s’éprennent8Arthur Rimbaud’nun Chanson de la Plus Haute Tour şiirinden bir mısra. Türkçesi: Dönmeli, geri gelmeli, o sevdalar çağı (İ. Berk tercümesi). mısraları bu yüce özlem duygusunun ışıldamasıyla ortaya çıkmıştır. Sanatın özgür ve sarhoş ruhunun, modernizmin sistematik ve bilimsel ruhuyla çatıştığı bu dönemde Emily Dickinson’dan Edgar Allan Poe’ya, Gerard de Nerval’den Vincent van Gogh’a, birçok sanatçı âdeta çağın ruhuna mağlup olarak paranoyadan, intihardan, melankoliden ve depresyondan mustarip olmuşlardır.

Titian, “Venus and Cupid with an Organist” (1548-9).
Giorgione, “Sleeping Venus” (1510).
Édouard Manet, “Olympia” (1863).

Sanatçı, sanatın ruhuna kasteden bu modern dünyada, sanatını yenilerken, bu yenilediği sanatın eski sanattan bütünüyle kopuk olmaması hususunda önemli bir titizlik göstermiştir. Édouard Manet’nin modern resmin ilk eserlerinden kabul edilen Olympia’sı, bir Giorgione yahut Titian reprodüksiyonu; Baudelaire’in şiirlerinin ya da Theophile Gautier’nin şiirlerinin bir devamı niteliğindedir. Fakat önemli bir fark vardır ki Manet’nin Olympia’sının arka planında siyaha çalan renkler hâkimdir. Giorgione’nin resminde tabiatla kadının harikulade uyumu göze çarparken Manet’nin kadını karanlık bir odanın içine sıkıştırılmıştır. Titian’ın resminde kadına beyaz uyuyan bir köpek eşlik ederken Manet’nin modern resminde bu uyuyan beyaz köpek, sarı parlak gözleriyle irkilmiş vaziyette durup izleyicinin gözlerine bakan siyah bir kediye dönüşmüştür. Eski resimlerde boyamadaki yumuşaklık, kullanılan renkler bir tür hayalsi bir dokuya işaret ederken Manet’nin resminde bu hayalsi dokunun yerini son derece gerçek, katı ve keskin bir doku alıyor. Baudelaire’de de durum benzerdir. Gautier’nin kadın ruhuna duyduğu hayranlık Baudelaire’e sirayet etmiştir fakat Gautier’nin şiirinde âdeta bir peri, bir melek, bir ilahi güzellik olarak anlatılan kadın Baudelaire’in şiirinde femme fatale’e, yer altının bir temsilcisine, aşkla fuhuşu birbirine bağlayan bir düğüme dönüşmüştür. Sanat, modern dünyanın aydınlık işleyişine dâhil olmak istemeyen sanatçılar tarafından modernleşmiştir. Bir başka önemli mesele ise sanatın modern dünyada bu modernleşme süreçleriyle birlikte ihtişamını yitireceği endişesidir. Şüphesiz Gautier’nin ve Titian’ın eserlerinde bir ihtişam, bir yücelik, bir büyüleyicilik söz konusudur. Tüm bu yenileşmelere rağmen bu büyüleyici veçhenin on dokuzuncu asrın modern sanatında da devam etmesi o dönemin sanatçılarının temel meselelerinden biri hâline gelecektir. Bu endişeyi “Modern zamanlar da en az öncekiler kadar ‘yüce temalara, destansı bir ihtişama ve kendine özgü güzellik formuna’ sahiptir”9Charles Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, çev. Ali Berktay (İstanbul: İletişim Yayınları, 2021), 90. cümlesiyle dile getiren Baudelaire, bu yeni sanatın tıpkı eski sanat gibi kutsal, görkemli ve yüce olabileceğine inanır. Fakat modern sanatın izlediği yol, Baudelaire’in umduğunun aksine bir seyir izleyecektir. Zamanla özün dışına çıkarak biçimsel ve teknik anlamda da yenileşmeye giden modern sanat, insanlar üzerindeki tesirini ve onlarda bıraktığı yücelik duygusunu yitirmeye başlayacaktır. Sözgelimi şiirde vezin, kafiye ve söz sanatları, resimde perspektif, figürler ve anatomi kuralları terk edilecektir. On dokuzuncu asrın sonuyla birlikte sanattaki sanatsallık ve ihtişam kaybolmaya başlamış bunların yerini bir tür yenileşme fetişizmi almıştır. Diaghilev’in tabiriyle sanat, insanı şaşırtması gereken bir şeye dönüşmüş ve yenilikten uzak kalmış sanat eserleri gözden düşmüştür. Sırf yeni olabilmek adına her türden sanatsal yüceliğini kaybeden yeni sanat eserleri yirminci yüzyılın sanat anlayışını belirlemiştir. Fakat bu ahval içinde bile Andre Gide’e en büyük Fransız şairi sorulduğunda “Hélas Hugo!”10Fransızca bir ifade. Türkçesi: Ne yazık ki, Hugo! diyebilmiştir. Çünkü çok az sayıda entelektüel vardır ki sanattaki yenileşme trendlerinin, sanatın lehine değil, aleyhine işlediğini fark etmiştir.

Sanattaki sanatsallığın ve ihtişamın yitişi yirminci asrın ilk dönem sanatçıları tarafından da sanatın varlığını devam ettirebilmesi adına bir mecburiyet olarak görülmüştür. Bu görüşe dair izlere Wassily Kandinsky’nin Sanatta Maneviyat Üzerine ve Paul Klee’nin Modern Sanat Üzerine isimli kitaplarında rastlanabilmektedir. Fakat sanatın varlığını devam ettirebilmesi için öyle şeyler dışarıda bırakılmıştır ki bu sanatı sanat yapan kuvvetleri zedelemiştir. Nitekim yirminci yüzyılın ortasından itibaren sanatın insan üzerindeki etkisinde müthiş bir azalma ve hatta bir yok olma söz konusu olmuştur. Sanatın ölüp ölmediği tartışmaları bu dönemlerde gündemde olan birincil meselelerden biri hâline gelmiştir. Yahya Kemal’in 1959 yılında Türkiye’de ve dünyada şiirin artık yazılmadığını defaatle dile getirmesi, Louis-Ferdinand Céline’in Profesör Y ile Konuşmalar isimli kitabında modern sanata ve modern dünyaya yönelik ağır eleştirilerde bulunması ve İtalyan filozof Giorgio Agamben’in yirminci asrın son yılında Şiirin Sonu başlıklı bir yazı yazması şiirin ve sanatın geldiği durumu hülasa eder niteliktedir. Sanat, modern zamanla birlikte atmosferini, aurasını11Aura kelimesi, Walter Benjamin’in Teknik Olarak Yeniden Üretilebilirlik Çağında Sanat Eseri makalesinde geçen anlamıyla kullanılmıştır. , büyüsünü kaybetmiş, bir yığın zihinsel, soyut ve soğuk muhtevalarla dolu bir mefhum hâline gelmiştir.

Aslına bakılırsa sanatın geldiği bu durum yani modern zaman içerisinde sanatsallığını yitirmiş oluşu, kaçınılmaz bir hadise olarak cereyan etmiştir. Bilimlerin dünyası olarak modern dünya, hakiki manadaki düşünme temayüllerini yitirmiş, varlık hakkındaki asıl mühim soruları bir kenara bırakmış, kendisini bir tür mantık sistemine mahkûm etmiştir (Bu noktada Martin Heidegger’in Wissenschaft denkt nicht12Almanca bir ifade. Türkçesi: Bilim düşünmez. ifadesini hatırlatmakta fayda vardır. Nitekim Heidegger de Nietzsche gibi modern çağın sanatsal ve ulvi olan her şeyin sonunu getireceği fikrini benimseyen filozoflardan biridir). Gelmekte olan yeni çağ şüphesiz ki metalaşmanın, kutsallıkların yok oluşunun ve tam manasıyla gündelik ve teknik bir yaşamın çağıydı. İnsan toplulukları bu hususiyetlere göre şekillenmeye başlamış, çağın siyasi ruhu bu hususiyetlerden vuzuh etmişti. Kendi toplumunun ve kendi zamanının evladı olarak sanatçı, bu büyük buhrandan münezzeh ele alınamazdı. Sanatçının ruhu, doğası gereği yani kendi çağının bir evladı olması gereği (çünkü her sanatçı kendi çağının bir evladıdır) bu büyük buhranı içerisinde taşımıştır. Sanatın varlığını kurtarma adına yapılan ve son kertede bir başarısızlıkla sonuçlanan yenilik ve modernleşme hareketlerinin asıl sebebi sanatçının çağındaki, toplumundaki ve dolayısıyla sanatçının ruhundaki bu kriz, bu buhrandır.

Hülasa etmek gerekirse son büyük sanatçıların intihardan paranoyaya ve birçok trajediye maruz kaldıkları, bugün çevremizde yaşayan insanların ruhlarını tam anlamıyla büyüleyen bir sanatın dünyamızda var olmadığı açıktır. Modern Çağ, kendine has ilkeleriyle birlikte korkuyu, hastalığı ve temadi bir yokluk düşüncesini insanlar için geçerli kılmıştır. On dokuzuncu asırla birlikte doruk noktasına varan modernizm, bir ilerleme ve bilimler dünyası olarak sunulmuştur. Bu dünya eski anlayışları, eski malumatı, kutsallığı ve ruhsal yücelikleri esasından sarsmıştır. Sanat bu sarsılmaya karşı ayakta kalabilmek gayesiyle önemli değişimler, yenileşmeler ve modernleşmeler geçirmiştir. Fakat bir noktadan sonra sanat meselelerinde esas olan bu yenileşmelerin kendisi olmuş; sanat eserleri, yenileşmeleri ve şaşırtıcı olmaları üzerinden ele alınmış; nihayetinde sanattaki sanatsallık ve yücelik duygusu silinmeye başlamıştır. Sanatın ve dünyanın moderniteyle ilişkili olarak içinde bulunduğu bu kriz, sanatın modernitenin temellerine karşı alacağı tavırla aşılabilecektir. Çünkü her sosyoloğun, filozofun yahut sanata yakın ruhun görebileceği bir hakikat vardır ki modern hakikat ve tüm bu modernleşme süreçleri sanatın varlığına müsaade eden bir hakikat, bir süreç değildir. Fransız şair Paul Claudel, bu sebepten dolayı kendi içinde bulunduğu çağın hakikatlerinden kurtulduğunu söyleyebilmiştir. Yani sanatçı kendini çevreleyen koşulların evladı olarak değil, bu koşulların esasını sarsan biri olarak bugün sahneye çıkmalıdır. Sanatçı, modern dünyanın kendisini kapattığı melankoli ve kötülük zindanından kurtulmalı, öteden beri uzak düştüğü toprağa geri dönmeli, ağacın rahatını kaçırmak için şairin ağaca öğrettiği aşkı kendisi tekrar öğrenmelidir. Sanat bugün çıkmazdaysa bu çıkmaz yolun aşılabilmesi, sanatçının evvela modern koşullardan ve ardından bu koşullardan doğan karanlık edebiyattan sıyrılması ile mümkündür. Bir başka deyişle tarihte ilk defa sanatçı vaktin evladı olmaktansa vaktin katili olmayı yeğlemek durumunda kalmıştır. Bugünkü modern insan ilişkileri, modern ekonomik işleyişler ve modern politik tahakküm içinde sanatçı, moderniteyle birlikte değil, moderniteye karşı olmak suretiyle sanatını inşa edebilecektir. O tıpkı Oedipus’un babasını öldürüp annesiyle birlikte olması gibi, önce evladı olduğu çağı karşısına alacak, ardından kendi sanatına temas etme hakkına sahip olacaktır.

Kaynakça

  • Baudelaire, Charles. Le Spleen de Paris. Paris: Gallimard, 2006.
  • Baudelaire, Charles. Modern Hayatın Ressamı. çev. Ali Berktay. İstanbul: İletişim Yayınları, 2021.
  • Benjamin, Walter. Pasajlar. çev. Ahmet Cemal. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2017.
  • Bourdieu, Pierre. Genel Sosyoloji. çev. Zuhal Emirosmanoğlu. İstanbul: İletişim Yayınları, 2023.
  • Broch, Hermann. Vergilius’un Ölümü. çev. Ahmet Cemal. İstanbul: İthaki Yayınları, 2022.
  • Céline, Louis-Ferdinand. Profesör Y ile Konuşmalar. çev. Ayberk Erkay. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2023.
  • Dickens, Charles. İki Şehrin Hikâyesi. çev. Didar Zeynep Batumlu. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2023.
  • Kandinsky, Wassily. Sanatta Maneviyat Üzerine. çev. Gül Yıldız. İstanbul: Yitik Ülke Yayınları, 2021.
  • Klee, Paul. Modern Sanat Üzerine. çev. Rahmi G. Öğdül. İstanbul: Altıkırkbeş Yayınları,1995.
  • Marx, Karl ve Friedrich Engels. Komünist Manifesto. çev. Tanıl Bora. İstanbul: İletişim Yayınları, 2018.
  • Uysal, Sermet Sami. Yahya Kemal’le Sohbetler. İstanbul: Kitap Yayınları, 1959.

© 2024 Çağ Akarken

Dipnotlar

  • 1
    Hermann Broch, Vergilius’un Ölümü, çev. Ahmet Cemal (İstanbul: İthaki Yayınları, 2022), 482.
  • 2
    Friedrich Engels ve Karl Marx, Komünist Manifesto, çev. Tanıl Bora (İstanbul: İletişim Yayınları, 2018), 56.
  • 3
    Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi, çev. Didar Zeynep Batumlu (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2023), 3. 
  • 4
    Tanzimat şairi Sadullah Paşa’nın yirmi beş beyitten oluşan On Dokuzuncu Asır şiirinden nakledilen iki beyit.
  • 5
    Charles Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, çev. Ali Berktay (İstanbul: İletişim Yayınları, 2021), 9.
  • 6
    Charles Baudelaire’in Le Spleen de Paris isimli şiir kitabındaki bir şiirin ismi.
  • 7
    Arthur Rimbaud’nun Le Bateau Ivre şiirinden bir mısra. Türkçesi: Özledim eski hisarlarını Avrupa’nın (S. Eyüboğlu tercümesi).
  • 8
    Arthur Rimbaud’nun Chanson de la Plus Haute Tour şiirinden bir mısra. Türkçesi: Dönmeli, geri gelmeli, o sevdalar çağı (İ. Berk tercümesi).
  • 9
    Charles Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, çev. Ali Berktay (İstanbul: İletişim Yayınları, 2021), 90.
  • 10
    Fransızca bir ifade. Türkçesi: Ne yazık ki, Hugo!
  • 11
    Aura kelimesi, Walter Benjamin’in Teknik Olarak Yeniden Üretilebilirlik Çağında Sanat Eseri makalesinde geçen anlamıyla kullanılmıştır. 
  • 12
    Almanca bir ifade. Türkçesi: Bilim düşünmez.

Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünde sürdürmektedir. Şiir, edebiyat ve sanata yakınlık duymaktadır. İlk şiirlerini ihtiva eden The Rebel Land isimli bir şiir kitabı mevcuttur.

Abone Ol
Bildir
guest
0 Yorum
Beğenilenler
En Yeniler Eskiler
Inline Feedbacks
View all comments

Okuma Önerileri