Michel Foucault: Liberalizmden Neoliberalizme Yönetim Sorunu

Bu metin, Foucault’nun 1978-79 yıllarında Collège de France’taki derslerini merkeze alarak Batı’da piyasayla ilişkisi üzerinden yönetim sorununa odaklanmaktadır.

Devlet Aklından Liberalizme

Tek tek bireylerden ve onların davranışlarından sorumlu olan Hristiyan yönetim anlayışının (Foucault buna pastoral iktidar der) yerini 16. yüzyıla gelindiğinde devleti merkeze alan bir yönetim anlayışı alacaktır. 1979 yılında Stanford Üniversitesinde “Omnes et Singulatim”: Towards a Criticism of Political Reason başlıklı konuşmasında Foucault, 16. ve 17. yüzyıl düşünürlerinin, devletlerin hem güçlenmek hem de mevcut düzenin korunmasını sağlamak için rasyonel bilgiyi arkalarına alan çeşitli teknikler uygulamaları anlamında devlet aklı terimini kullandıklarından bahseder. Bu dönemde kendi pratiklerini devlet aklı ile rasyonelleştiren devletler, diğer devletlerle ilişkilerinde kendilerine yer bulabilmek adına dışarıda sürekli orduya önem vermiş; içeride ise düzeni korumak adına idarede polis yapısını ve ekonomide merkantilizmi uygulamışlardır.

Merkantilizm vergilendirmeye, ticarete ve uluslararası pazara ağırlık vererek devletin gelir kaynaklarını arttırıp devleti zenginleştirmeye ve güçlendirmeye çalışan bir ekonomi politikasıdır. Merkantilizmle birlikte devletlerin kendi güçlerini olabildiğince arttırmaya odaklandığı piyasa, 18. yüzyıla gelene dek tüketiciyi ve üreticiyi korumak amacıyla adil fiyat üzerinden düzenleniyordu. Ancak 18. yüzyıldan itibaren arz-talep dengesinin piyasayı oluşturduğu liberalizmle beraber ticaret ilişkisi üzerinden karşılıklı zenginliğin, devletleri daha da zenginleştireceğinin düşünüldüğü bir sisteme geçilmiştir. Böylece Avrupa’da, devletlerin önce kendi içlerinde daha sonra diğer devletlerle mübadele ekseninde bir piyasa ağı oluşmaya başlamıştır. Tıpkı piyasadaki mübadelenin altında yatan unsurun çıkar olması gibi Foucault’nun Gözetleme ve Cezalandırma: Hapishanenin Doğuşu (Fr. Surveiller et punir: Naissance de la prison) adlı eserinde ortaya koyduğu üzere aynı dönemde ceza konusunda hükümdara karşı işlenen suçların yerini hem suç işlenen kişiye karşı hem de cezalandırma yönteminin devlete karşı oluşturduğu koskoca bir çıkarlar hesabı almıştır.

Bu yeni oluşan devlet yapısının rasyonelliğinin yeni tekniklerle ortaya konulması ise polis idaresiyle mümkün olmuştur. İç idarede polis yapısı sayesinde artık devlet yalnızca özel mülkün korunması, malların düzenlenmesi ve üretimle değil; aynı zamanda eğitimle ya da yoksullar ve yaşlılar gibi üretim süreçlerine katkısı düşük olan gruplarla da ilgilenecekti. Polis düzenlemeleri, 18. yüzyıla gelindiğinde Nicolas de Lamare gibi hukukçular tarafından insanların mutluluğunu ilgilendiren ne varsa hepsinin bekçisi olarak görülmüştür. Burada açıktır ki mutluluk, devletin gelişimi üzerinden okunmaya başlanmıştır. 

Orta Çağ boyunca feodal iktidarlara karşı kraliyet, gücünün kaynağını adli kurumlardan almaktaydı. Ne var ki 16. yüzyıldan itibaren devlet aklı ilkesiyle beraber Foucault, artık hukukun, iç işlerinde sınırsız bir alan oluşturan devletin karşında yer aldığını fark eder. Görünen o ki krallıkla beraber güçlenen burjuvazi artık merkezî iktidarın piyasa üzerindeki hakimiyetini kendisine tehdit olarak görmeye başlamaktaydı. Bu dönemde ortaya çıkan, doğal haklar ve sözleşmeler üzerine temellendirilmiş çeşitli hukuk teorileri ya hükümdarın iktidarının kaynağını gösterme üzerinden kurulmaktadır ya da hükümdarın üstünde bir haklar teorisi kurarak onu sınırlandırmaya çalışmaktadır. Hukukun, iç idaredeki sınırsızlıktan dolayı hükümdarın yetkilerini sınırlamasının yerini 18. yüzyıla gelindiğinde yönetimin aşırılığı sorunu üzerine eğilen ekonomi-politik alacaktır. Ekonomi-politik, yönetimin meşruluğundan ziyade yönetme sonucunda ne olacağıyla ilgilenmekteydi. 18. yüzyılda yönetim sanatında ortaya çıkan yeni rasyonellik, “yönetime ‘bütün bu şeylere dokunulmaması gerektiğini kabul ediyorum, bunu istiyorum, öngörüyorum ve hesaplıyorum’ diyen bu yeni hesap türü”1Michel Foucault, Biyopolitikanın Doğuşu, çev. Alican Tayla (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2019), 21. –kendini bireylerin sağlıkları ve refahlarından ölüm biçimlerine kadar birçok alanda sürekli ve etkin olarak sorumlu hisseden– liberalizmdi. 

Foucault küreselleşen ve fayda hesabıyla yönetimi kısıtlayan 18. yüzyıl piyasasıyla ilgili olarak liberalizm terimini kullanmanın çok yerinde olduğunu düşünmektedir. Kelimenin kökeninde yatan özgürlük ile Foucault, bu yeni yönetim pratiğinin; piyasanın, mülkiyet hakkının, alıcı ve satıcının özgürlükleri olmadan işleyemeyeceğinin üzerinde durur. Böylece liberal yönetim her an özgürlüğü üretmeli, onu inşa etmelidir çünkü liberal yönetim ve piyasa ekonomisi yalnızca bu özgürlük sayesinde işlevsel olur. Örneğin, piyasa özgürlüğünün sağlanması için piyasada üreticiye olduğu kadar alıcıya da ihtiyaç vardır ve liberal yönetim gerekirse piyasayı destekleyerek bu alıcıları yaratmalıdır. Özgürlük, bir üretim hâline geçtikten sonra artık sadece liberal ekonomideki maliyet hesabının bir nesnesi olmak zorunda kalır. Bu maliyet hesabı ise güvenlik üzerinden yapılacaktır. Bireysel ve toplumsal çıkarlar, yaşlılık ve hastalık gibi üretimi engelleyecek biyolojik süreçler hem birey hem de toplum için tehlike oluşturmayacak bir seviyede kalmak zorundadır. Böylece üretim maliyetinin ve güvenlik adına sürekli tehlikenin hesaplandığı bir çağa girmiş bulunuyoruz. Bentham’ın panoptikonuna benzer şekilde başta gözlemci olarak sınırlanan yönetim, ancak piyasanın ve bizzat yaşamın tehlikede olduğu noktada müdahalede bulunabilecektir. Bundan bir yüzyıl sonrası için güvenliğin toplumsal hayatta oluşturduğu yeri Foucault şöyle anlatır: 

“19. yüzyılın ortasından itibaren polisiye edebiyatın ve gazetelerin suç hikayelerine ilgisinin ortaya çıkışı, hastalık ve hijyenle ilgili kampanyalar, cinsellik ve yozlaşma korkusu etrafında dönen tartışmalar: bireyin, ailenin, ırkın yozlaşma korkusu… Son olarak her tarafta tehlike korkusunun teşvik edildiğini görüyoruz. Bu korku, liberalizmin bir anlamda şartı, psikolojik ve kültürel olarak bağlaşığıydı. Tehlike kültürü olmadan liberalizm de olmaz.”2Foucault, Biyopolitikanın Doğuşu, 56-57.

Neoliberalizmde Piyasaya Göre Şekillenen Yönetim ve Nüfus 

Piyasanın işlediği durumlarda devlet müdahalesinin çekilmesi gerektiğini düşünen liberal politikaların 18. yüzyıl yönetim anlayışlarında kendilerine yer bulabilmelerinin sebebi, daha az yönetime karşı devletin daha çok zenginleşeceğinin ön görülmesiydi. Yeni piyasa ekonomisiyle beraber bu dönemde, piyasa ekonomisinin toplumu nasıl şekillendirebileceği veya yeni bir devlet modelinin nasıl olabileceği gibi önemli sorular ortaya atılmıştır. Foucault bu sorular bağlamında, 18. yüzyıl piyasasının ilkesinin mübadeleden rekabete kaydığını düşünmektedir. Piyasanın mübadele üzerine kurulu olmasının temeli, piyasadaki değerlerin denklikle ilişkili olarak belirlenmiş olmasında yatmaktaydı. Devletten beklenen, mülkiyeti merkeze alarak bu mübadelenin serbestçe yapılmasını sağlamak ve onu korumaktır. Neoliberaller ise bu yeni kurulan piyasanın özünü mübadelede değil, rekabette görüyorlardı. Böylece neoliberal piyasada özneler alım-satım üzerinden sadece mübadelede bulunan bireyler değil, rekabet içinde olan girişken ve üretici bireylerdi. 18. yüzyıl liberallerinin piyasadaki mübadeleyi korumak amaçlı devlete yükledikleri kısıtlı yönetime karşı neoliberallere göre “yönetimin piyasa ekonomisini baştan sona takip etmesi gereklidir. Piyasa ekonomisi yönetimden hiçbir şey saklayamaz. Aksine yönetimin bütün eylemlerinin tanımlanacağı genel ekseni belirler. Piyasa yüzünden yönetmek yerine piyasa için yönetmek söz konusu. Bu açıdan baktığımızda 18. yüzyıl liberalizminin kurduğu ilişkinin tamamen tersine çevrilmiş olduğunu görüyoruz.”3Foucault, Biyopolitikanın Doğuşu, 107. Anlaşılan o ki piyasa için serbest bir alan açıp çekilen liberal yönetimin aksine neoliberalizmin hedefi, piyasanın genel ilkelerine göre şekillenen bir yönetimdir. Yani neoliberaller için asıl sorun, yönetim sorunuydu.

Tekelleşme üzerinden bir örnekle ilerleyecek olursak liberallerin rekabetin sonucu olarak gördükleri bu problem karşısında liberal ekonomi piyasa düzeninin bozulmaması için müdahalenin gerekliliğinden söz ederken neoliberal ekonomi ise orta ya da uzun vadede tekel oluşumunun kendiliğinden ortadan kalkacağını hesaplar. Neoliberal yaklaşımda tekel oluşmasını gerektiren bir müdahale yoksa tekelleşen şirket, rekabet varmış gibi davranarak fiyatları yükseltmeyeceğini eğer yükseltirse tekel olmayı yitireceğini bilir. Öyleyse neoliberal politikalar, piyasadaki problemlerden dolayı yapılan müdahaleler üzerine kurulu değildir, piyasa koşullarına göre yönetimin şekillendirilmesi gerektiği üzerine kuruludur. Bunun bir sonucu olarak da nüfus politikaları ve hukuk mevcut ekonomi-politiğe göre şekillendirilmeye çalışılır. Hukukla piyasa kuralları, nüfus politikalarıyla ise toplumsal yapının şekillendirilmeye çalışılmasıyla piyasaya müdahale edilmeden piyasanın genel hatları çizilmiş olunur.

15. yüzyılın başlarında 45 milyon olan Avrupa nüfusu, 16. yüzyıla gelindiğinde şehirlere göçlerle beraber belirgin bir artış gösterir. Foucault’nun devlet aklı üzerinden incelediği 17. yüzyılın başlarında ise 110 milyonu aşmıştır. Bu artış –19. yüzyıl sonrası gözlemlenecek şehir nüfusunun sanayiden kaynaklı artmasından farklı olarak– sıkı idari yapıdaki şehirlerin ticaret merkezi olmasıyla ilgiliydi. 16. yüzyılda nüfustaki ani yükseliş ve 17. yüzyılın başında tekrar karşılaşılan salgınlar, devletler için nüfus politikalarını gerekli kılacaktı. Nüfus, 18. yüzyılın ortalarına kadar durgunluğunu korurken 19. yüzyılda yüzde 70 artarak 978 milyona ulaşmıştır. Nüfus üzerinde çeşitli sağlık ve hijyen politikalarının uygulandığı bu dönemde, Avrupa’da uzun yıllar değişmeyen ortalama yaş 30’dan 40’a yükselmiştir. Eğitim alanında ise 19. yüzyıldan önce özel eğitmenler ya da dinî kurumlar aracılığıyla yapılan veya çıraklar sistemi üzerinden verilen eğitimin yerini bizzat merkezi yönetim tarafından desteklenen eğitim almıştır. Mübadelenin yerini şirketleşmenin aldığı neoliberal piyasada ise klasik anlamda emek ve iş gücünün yerini emeğini hesaplayarak kendini piyasaya dâhil eden şirketleşmiş bireyler alır. Böylece neoliberal özne, beşerî sermayesini özellikle eğitim ve sağlık üzerinden kuracaktır.

Sonuç olarak, 16. yüzyıldan itibaren devletlerin, ekonomiden toplumsal yaşama neredeyse her alanda müdahale edebilmesiyle oluşan yönetimin aşırılığı sorunu, 18. yüzyıl liberal teorisyenler tarafından tartışılıp devlete piyasanın ve toplumun güvenliği dışında bir alan bırakılmamaya çalışılmıştır. Liberal ekonomide güvenliğin, maliyet hesabı olarak kullanılmasıyla beraber bedeni, yaşı, hastalıkları ve korkularına indirgenen insan, biyopolitikanın tohumlarını atan bir yönetim ağının nesnesi durumuna gelmektedir. Biyopolitika ise kendine en çok, piyasa koşullarına göre yönetimin şekillendiği neoliberalizmde yer bulacaktır.

Kaynakça 

  • Foucault, Michel. Biyopolitikanın Doğuşu. çev. Alican Tayla. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2019.
  • Foucault, Michel. Discipline & Punish: The Birth of the Prison. çev. Alan Sheridan. New York: Vintage Books, 1995.
  • Foucault, Michel. Özne ve İktidar. çev. Işık Ergüden, Osman Akınhay. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2016.
  • Güran, Tevfik. İktisat Tarihi. İstanbul: Der Yayınları, 2011.

© 2024 Çağ Akarken 

Dipnotlar

  • 1
    Michel Foucault, Biyopolitikanın Doğuşu, çev. Alican Tayla (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2019), 21.
  • 2
    Foucault, Biyopolitikanın Doğuşu, 56-57.
  • 3
    Foucault, Biyopolitikanın Doğuşu, 107.

Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında lisans eğitimini Türkiye politikasının sinemaya olan etkisi üzerine bir çalışmayla bitirdikten sonra felsefe alanında yüksek lisansını Nietzsche ve Foucault üzerine yaptığı tez çalışmasıyla tamamlamıştır. Şu anda yazı ve çeviri editörü olarak çalışmaktadır. Sanat, felsefe ve politikanın yanı sıra küçüklüğünden beri kendisini büyüleyen sinemayla bağını, birçok alanın iç içe geçtiği film incelemeleri yaparak sürdürmektedir. Düşünmeye ve tartışmaya verdiği önem hem yazılarında hem de değişen çağı özgürce yorumladığı Çağ Akarken podcastte ortaya çıkmaktadır. Yağlı boya yapmaya da düşkündür. Bunların herhangi birini yapmadığı bir zamanda, muhtemelen dünyanın bir köşesinde en büyük tutkularından birini gerçekleştiriyordur: gezmek, olabildiğince gezmek.

Yazarın Diğer Metinleri

Baudelaire’de Modern Hayatın Kahramanları

İkinci İmparatorluk Dönemi Paris’ine Bakış Napoléon Bonaparte’ın mülkiyet ilişkilerinin yeniden tasnifi ve köylünün küçük de olsa mülk sahibi…

Devamını Okuyun
Yazı Aboneliği
Bildir
guest
0 Yorum
Beğenilenler
En Yeniler Eskiler
Inline Feedbacks
View all comments

Okuma Önerileri