Kadının Tarihi: Klasik Müziğin Saklı Dehaları

Philippa Gregory, Normal Women adlı kitabının son sözünde şu önemli noktaya değinir:

“Kadın emeğinin görünmezliği, tarihimizi etkilemiştir. Bireyleri belirsizlikten çekip çıkaran ve onları kahraman olarak öne süren tarih yazımı; buluşları, patentleri veya servetleri geleneksel olarak kocalarının veya erkek partnerlerinin adı altında kayıtlı olan bilim insanlarının, mucitlerin ve girişimcilerin yani milyonlarca görünmez kadının kayıtlı ama göz ardı edilen çalışmalarını aydınlatmak konusunda hiçbir şey yapmaz.”

Bu sebepten dolayı kadın mücadelesi tüm gündelik problemlerin, yapısal sorunların ve alışkanlıkların değiştirilmesi ve dönüştürülmesi savaşını verirken bir yandan da birtakım sinsi saldırılara yanıt verme yükümlülüğünde bırakılmaktadır. Bu sinsi saldırıların en trajikomik olanı, mutlak doğruluğundan oldukça emin olduğumuz yazılı tarihin, kadınların başarısızlığının yegâne örneği olduğu argümanıdır. Tarih aslında nedir? Kimin tarihidir? Gerçekten de binlerce yıllık insanlık tarihinde bir avuç kadından başka sanatçı, bilim insanı, düşünür yok mudur? Bugün hâlâ istatistiklere baktığımızda kadın sanatçılar, bilim insanları ve akademisyenler daha az referans gösterilmekte, daha az desteklenmekte ve yok sayılmaktadır. Bilgiye ve birbirimize erişimin bu kadar kolaylaştığı bir dönemde hâlâ bu dengesizlikten bahsedebiliyorsak tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş binlerce parlak zihnin olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz.

Geleneksel tarihin yalnızca iktidarı kaleme alan ve hâliyle de kadınları dışlayan yapısı üzerine düşünürken ve bir yandan da “Çağ Akarken”in ilk bölümü olan Sappho üzerine okumalar yaparken -keza Sappho da çağdaşı olan sanatçı ve düşünürler kadar ün yapmamıştır- bir refleks olarak elimin altında yer alan bir klasik müzik çalma listesini açmıştım. Listeye kısaca göz gezdirip seçtiğim herhangi bir müzik ile çalışmalarıma hazırlanırken yaşadığım küçük bir aydınlanma ile klasik müziğin erkek egemen dünyasına kendimi hapsettiğimi fark ettim. Bugüne kadar gittiğim kaç klasik müzik konserinde kadın bestecilerin eserlerini dinlemiştim? Kaçının isminden haberdardım? Ve bunu bilmemek tamamen benim suçum muydu?

Her şeyi bilmemenin sorumluluğunu kendi omuzlarına yüklemenin ağırlığını bir kenara bırakınca açığa çıkan şey, bize gösterilenlerin ve öğretilenlerin aslında tamamen bizlerin yani bireylerin kontrolünde olmadığı ve bunun “alışılagelmiş”lerin bir sonucu olduğudur. Bu sebeptendir ki alışılagelmiş olana bir alternatif yaratmanın, tek bir kişide (kendimde) dahi olsa dönüştürücü etkisi olabileceğine inanıyorum. Bugün, çoğu kadın olmak üzere binlerce insanı kendini sorgulamaya iten sahtekârlık sendromunun 200 yıl önceki tezahürünü Clara Schumann’da görmek, bu sorgulamanın onu ev içine hapseden sistemden kaynaklandığını kavramak, zihnimdeki feminist bilinç kalesine bir tuğla daha örmüştü. Elbette Robert Schumann’ın gölgesinde bırakılan Clara Schumann, müzikal dehası, çağdaşı olan erkek bestecilerden daha az önem gören tek sanatçı değildi. Bu dehaların onlarcasından elbette bahsedilebilir fakat bu kısa yazı, tüm engellere rağmen yeteneğini gösterebilmiş beş kadına odaklanmaktadır. 

Hildegard von Bingen

Hildegard von Bingen (1098-1179), Alman başrahibe, yazar, filozof, besteci ve şifacı olarak bilinir. Bilinen ilk kadın besteci olarak tarihe geçen Hildegard; teoloji, tıp, müzik ve sanat alanlarında çalışmalara imza atmıştır. Doğaüstü görülerle karşılaşan Hildegard, ruhsal benliğinin derinliklerine inmiş ve küçük yaşlardan itibaren dolaysız kavrayışlar zihninde vuku bulmuştur.

Hildegard, Bermersheim’de soylu bir ailenin çocuğu olarak doğdu ve kendini kiliseye adadı. Saint Disibodenberg Manastırı’na gönderilen Hildegard, burada saygıdeğer bir keşiş olan Jutta’nın gözetiminde Benediktin rahibesi oldu. Jutta’nın ölümünden sonra Hildegard, 38 yaşındayken manastırın başına seçildi.

42 yaşında, hayatını radikal bir şekilde değiştiren güçlü bir görü deneyimledi. Kilisenin desteğiyle bu görülerini yazıya döken Hildegard, “Scivias” (Rabbin Yollarını Bil) adlı görülerinden oluşan ilk eserini tamamladı ve şöhreti yayılmaya başladı. Manastırını Bingen’e taşıdı ve hayatının son yılları pek üretken geçti. Toplamda 70’ten fazla müzikal eser, 2.000’den fazla tedavi içeren tıbbi metin ve ilahi, kadın arketiplerini sunan yazılar gibi olağanüstü bir yaratıcı hazine bıraktı.

Hildegard’ın müziği hem ilahi olanın dişil yanını hem de doğanın mucizelerini kutlamaktadır. Hildegard’ın yeteneği, zekâsı ve güçlü kişiliği, onu zamanının tanınmış bir kadın figürü hâline getirmiştir ve tüm bu katkıları kalıcı bir etkiye sahip olmuştur.

Elisabeth-Claude Jacquet de la Guerre

Elisabeth-Claude Jacquet de la Guerre (1665-1729), Fransız Barok Dönemi’nin önde gelen çembalisti ve bestecisiydi. 1665 yılında, Paris’te dünyaya geldi. Ailesi, müzikal yeteneklerini geliştirmesi için ona iyi bir eğitim sağladı ve bu eğitim, genç yaşta olağanüstü bir müzikal kariyere yönelmesini sağladı. Beş yaşındayken XIV. Louis’nin önünde çalarak dikkat çekti ve kralın mali desteğini kazandı. 

Hem virtüöz bir müzisyen hem de yetenekli bir besteci olarak tanınan Jacquet de la Guerre, hayatı boyunca takdir topladı. İlk Fransız kadın besteci olarak “Céphale et Procris” adlı operası Paris Opéra’da sahnelendi. Bu opera, prolog ve beş perdeden oluşan bir lirik-trajedi olup, Joseph-François Duché de Vancy’nin librettosuna dayanıyordu.

1702 yılında babasını kaybeden Jacquet de la Guerre, iki yıl sonra kocası ve oğlunun ölümünden sonra yalnızca ev konserlerine yöneldi. Bu konserlerin dinleyicileri, onun bestelerinin sanatsal yoğunluğunu anlayabilecek olan müzik eğitimi almış aristokratlardı. Konserlerinde, farklı besteciler ve müzisyenler de yer alarak yeni eserlerini sunma fırsatı buldular. Jacquet de la Guerre, 1729 yılında Paris’te vefat etti ve ardında bestelerinden oluşan etkileyici bir mirası bıraktı.

Günümüzde, 1980’lerdeki kadın hareketinin onun çalışmalarına yeniden dikkat çekmesi sayesinde Barok döneminin önemli kadın bestecilerinden biri olarak kabul edilmektedir. 1986’da, onun birçok bestesini içeren bir CD kutusu yayımlandı ve bu, onun müzikal dehasını yeniden gün yüzüne çıkardı.

Louise Farrenc

Louise Farrenc (31 Mayıs 1804-15 Eylül 1875), Fransız besteci, piyanist ve eğitimci olarak kariyerine başladı. Paris’te doğdu ve sanat konusunda yetenekli bir ailede büyüdü. Genç yaşta sanata atılan Farrenc, ergenlik döneminde profesyonel seviyede piyano çalma becerisine sahipti. 15 yaşında, Paris Konservatuvarı’nda Anton Reicha’dan özel kompozisyon dersleri almaya başladı keza kadın olduğu için geleneksel kompozisyon sınıflarına katılması yasaktı.

Farrenc, 1830’larda ün kazandı ve 1842’de Paris Konservatuvarı’nda piyano profesörü olarak atandı. Bu pozisyonda bulunan tek kadındı ve 1873’te emekli olana kadar bu görevi sürdürdü. Farrenc, erkek meslektaşlarından daha az ödeme alıyordu. Bu duruma karşı çıkıp eşit ücret talebinde bulundu ve bu mücadeleyi kazandı.

Farrenc, kariyeri boyunca müzikal normların dışına çıkma cesareti gösterdi. Beethoven’ın daha az bilinen sonatlarını çalışmayı ve icra etmeyi tercih etti. En çok oda müziği alanındaki çalışmalarıyla tanındı. En bilinen katkılarından biri, 17. ve 18. yüzyıl klavsen ve virginal müziği üzerine yaptığı araştırmaların bir ürünü olan ve eşi Aristide ile birlikte düzenlediği “Le trésor des pianistes” adlı klavye müziği koleksiyonudur.

Ethel Smyth

Ethel Smyth (1858-1944), İngiliz besteci, orkestra şefi, yazar ve kadın hakları savunucusuydu. Viktorya Dönemi boyunca kadınların meslek sahibi olmaması gerektiğine dair toplumsal kısıtlamalara meydan okudu. Eğitim almak, eserlerinin icra edilmesini ve yayımlanmasını sağlamak konusunda ısrarcı oldu. Günümüzde kadın hakları savunucusu ve klasik müzik dünyasında öncü bir figür olarak anılması gereken Smyth, ne yazık ki hâlâ yeterince tanınmamaktadır.

1880 ila 1930 yılları arasında iki lied seti, çeşitli şarkılar, oda müziği eserleri, iki senfonik çalışma, altı opera, bir misa ve bir koro senfonisi yayımladı. Kariyeri boyunca İngiltere, Almanya ve İtalya arasında sık sık seyahat eden Smyth; Brahms, Clara Schumann, Tchaikovsky ve Grieg gibi önemli müzisyenlerle tanıştı. Kraliçe Victoria için gayriresmî olarak performans sergiledi.

1910 yılında Women’s Social and Political Union (WSPU) üyesi oldu ve kadınların oy hakkı mücadelesine kendini adadı. WSPU lideri Emmeline Pankhurst ile yakın bir ilişki kurdu ve 1911’de ona ithaf ettiği “The March of the Women” adlı marşı besteledi. Bu marş, dünya çapında kadın hakları mücadelesinin bir sembolü hâline geldi.

Smyth, 1903’te sahnelenen “The Wreckers” ve “Der Wald” operalarıyla dikkat çekti. “Der Wald”, bir yüzyıldan fazla bir süre boyunca New York’taki Metropolitan Opera’da sahnelenen kadın besteciye ait tek opera olma özelliğini taşıdı. Ethel Smyth, ölümünden sonra uzun süre unutulsa da son yıllarda eserleri ve yaşamı yeniden ilgi görmeye başlamıştır. “The Wreckers” operası, 2015’te Bard College’da Kuzey Amerika’da ilk tam sahnelemesini gerçekleştirdi ve 2022’de Glyndebourne Opera Festivali’nde Fransızca versiyonu sahnelendi.

Florence Beatrice Price

Florence Beatrice Price (9 Nisan 1887-3 Haziran 1953), Afro-Amerikalı klasik müzik bestecisidir. Price, siyahi kadın besteci olarak tanınan ilk kişi olmanın yanı sıra, eserlerinin önemli bir orkestra tarafından seslendirilmesini sağlayan ilk kadın. Bu başarısı, Chicago Senfoni Orkestrası’nın 15 Haziran 1933 tarihinde, Price’ın 1. Senfonisi’nin dünya prömiyerini yapmasıyla gerçekleşmiştir. Bu konser, Chicago’nun Yüzyıl İlerleme Sergisi sırasında düzenlenmiş ve “Müzikte Siyahiler” başlıklı tarihî bir etkinlik olmuştur.

Price’ın senfonisi, prestijli Wanamaker Yarışması’nda birinci olduktan sonra Chicago Senfoni Orkestrası Müzik Direktörü Frederick Stock’un dikkatini çekmiştir. Ancak Price’ın hayatı boyunca karşılaştığı zorluklar, sadece yetenek ve müzikal beceri ile aşılabilecek türden olmamıştır. Dönemin ABD’sindeki o derin ayrımcılık, Jim Crow yasaları, kökleşmiş ırkçılık ve cinsiyetçilik sorunları, onun müzik kariyerini sürekli olarak engellemiştir.

Little Rock, Arkansas’ta doğan Florence Price, müzik eğitimi alarak ilk bestesini 11 yaşında tamamladı. Eğitim aldığı Charlotte Andrews Stephens, onun için büyük bir ilham kaynağı olmuştur. Ancak Little Rock’taki ırksal gerilimler, Price’ın mesleki hedeflerini olumsuz yönde etkilemiştir. Ten rengi nedeniyle Arkansas Müzik Öğretmenleri Birliği’ne kabul edilmemiş ve ailesiyle birlikte daha güvenli bir yaşam için Chicago’ya taşınmak durumunda kalmıştır.

Chicago’ya taşındıktan sonra Price, Grace Presbyterian Kilisesi’ne katıldı ve burada çağdaş müzik icra etti. Chicago’da özel bir piyano stüdyosu kurdu ve çocukları büyüdükten sonra büyük ölçüde beste yapmaya odaklandı. Price, derin dinî inançlarını eserlerine yansıtarak Afro-Amerikan kilisesinin müzik geleneğini başarıyla harmanlamış ve aynı zamanda Dvořák ve Tchaikovsky gibi Romantik bestecilerden ilham almıştır. 

Kaynakça

© 2024 Çağ Akarken

KU Leuven’den uluslararası politika alanında yüksek lisans derecesine sahiptir ve şu anda enerji verimliliğini teşvik etmeye adanmış bir dernekte Politika Danışmanı olarak çalışmaktadır. Kültür ve sanatın yanı sıra enerji, politika ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularıyla da ilgileniyor. Farklı önemli siyasi konularda istediği kadar iddialı olabileceği özgür bir alan olan Çağ Akarken adlı podcast’in ortak sunucusudur. Çalışmadığı, gönüllülük yapmadığı veya podcast kaydetmediği zamanlarda müzeleri ve sergileri ziyaret etmekten ve güzel ağaçlara sarılmaktan hoşlanıyor.

Yazarın Diğer Metinleri

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün Tarihçesi ve Günümüzde 8 Mart Yürüyüşleri

Dünya Emekçi Kadınlar Günü fikri ilk olarak 1910 yılında Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin tarafından öne sürüldü.…

Devamını Okuyun

Kimin Özgürlüğü?

Yazar: Judith Butler Çeviren: Sibel Ileana Okumuş Toplumsal cinsiyet, feminizm ve politik felsefe çalışmalarıyla tanınan filozof Judith Butler’ın,…

Devamını Okuyun
Abone Ol
Bildir
guest
0 Yorum
Beğenilenler
En Yeniler Eskiler
Inline Feedbacks
View all comments

Okuma Önerileri