Baudelaire’de Modern Hayatın Kahramanları

İkinci İmparatorluk Dönemi Paris’ine Bakış

Napoléon Bonaparte’ın mülkiyet ilişkilerinin yeniden tasnifi ve köylünün küçük de olsa mülk sahibi olmasındaki etkisi, 1848 seçimlerinde III. Napoléon’un -özellikle bu ismi kullanarak- cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmasına sebep olmuştur. III. Napoléon’un dört yıllık cumhurbaşkanlığı sürecinde, meclisin çoğunluğunu oluşturan burjuvazinin imparatorluğa sıcak bakmaması, onun anayasada değişikliğine gitmesine izin vermiyordu. Değişimin yalnızca kentte başlayabileceğinin farkında olan III. Napoléon’un kendisi sarayda imparatorluk koşullarını hazırlarken öte yanda kurmuş olduğu “10 Aralık Derneği” de kentte muhalefeti sindirmeyi sağlayacaktı. Karl Marx bu derneğin kadrolarını oluşturanları, oradan oraya sürüklenen bir kitle olarak gördüğü bohem olarak niteliyordu.

“İkinci İmparatorluk Dönemi’nde bir valinin, büyük Amerikan şehir planlama tutkusunu Paris’e ithal etmesi ve böylece şimdi başkentimizin haritasını düz çizgilerle yeniden çizme sevdası, yakında bu insan akvaryumlarının sonunu getirecek.” 1Louis Aragon, Paris Peasant, çev. Simon Watson Taylor (Londra: Jonathan Cape, 1971), 28.

1852 yılında, III. Napoléon, imparatorluğu ilan etmesinin ardından Seine Bölgesi’nin valisi olan Haussmann ile beraber kenti düzenlemeye gider. Yeni oluşturulan bulvarların en önemli kurbanlarından biri de pasajlardır. Bu pasajlar, zaman içinde yerlerini büyük mağazalara ve alışveriş merkezlerine bırakırlar. Pasajları evi belleyen modern kahramanlarımız ise artık bu dönüşümden aldıkları payla caddelere ve kente yayılacaklardır. Yeni oluşturulan Paris’in bulvarlarını özellikle Gustave Caillebotte’un Rue de Paris: temps de pluie (1877), The Rue Halévy (1878), Boulevard des Italiens (1880) ve Camille Pissarro’nun La Rue Saint-Lazare, temps lumineux (1893), Boulevard Montmartre, Effet de nuit (1897), Avenue de l’Opéra (1898) tablolarında görmek mümkündür.

“Ah! İnsanlık özgürleşecek, ayağa kalkacak, teselli bulacak! Bu barikatı bu amaçla kurduk. Aşk çığlığı bir özverinin zirvesinden başka, nerede daha anlamlı olabilir? Kardeşlerim, burası düşünenlerin ve sefalet çekenlerin buluşma noktası; bu barikat kaldırım taşlarının, kalasların, demir yığınlarının değil, düşüncelerin ve kederlerin bir araya gelmesiyle oluşturuldu. Sefalet burada idealle karşılaştı. Geceyi kucaklayan gündüz ona burada ‘Sen gelince öleceğim ve sen benimle yeniden doğacaksın,’ dedi.”2Victor Hugo, Sefiller II, çev. Volkan Yalçıntoklu (İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2016), 538.

Gustave Brion, “The Barricade”

Kentin yapılandırılmasının görünürdeki sebebi, Paris’te artan trafik ve insanların eski, dar sokaklarda sıkışıp kalmasının önüne geçmekse arkasında yatan politik sebep, Paris’in o dar sokaklarında kurulan barikatların devrim için oluşturduğu kritik durumu engellemekti. 1830 Temmuz Devrimi’nde, direnişin en önemli simgelerinden biri hâline gelen barikatların sayısı, dört binin üzerindeydi. İşte böyle bir atmosferde Haussmann, barikatların kurulmasını olanaksız kılmak adına o meşhur, geniş bulvarları inşa ettirecekti. 1852’den sonra Haussmann’ın kent düzenlemesinin de engelleyemediği “Barikatlar, Komün zamanında yeniden kurulur. Bu kez her zamankinden çok daha güçlü ve çok daha güvenilir niteliktedir. Barikatlar büyük bulvarlardan geçer, çoğu kez birinci kat yüksekliğine kadar ulaşır ve ardındaki siperleri korur.”3Walter Benjamin, Pasajlar, çev. Ahmet Cemal (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2019), 103 İşte zaman içinde yerlerini bulvarlara bırakan pasajlarda Baudelaire’i büyüleyen, Modern Dönem’e özgü yeni kahramanlık biçimlerini doğuruyor olmasıydı.

Sanat ve Modernite

Paris’te 1830’lardan itibaren tefrikanın gelişmesi ve gazetelerin abonelik ücretlerinin düşmesi sonucu git gide yaygınlaşması, basını sanatın sözcüsü hâline getirmiştir. Modern Dönem’de artık kilisenin, şatoların, saray kapılarının dışına çıkan sanat, burjuvazinin biricik evlerindeki yerini almıştır. Burjuvazinin sanata yönelik açlığını, sanatı ticarileştirerek doyurmaya çalışan piyasanın bu çabası ise yeni bir meyve vermiştir: popüler kültür. Sanatın ticarileşmesi ve popüler kültürün yaygınlaşmasından, o meşhur salon sergileri de nasibini almıştır. Emile Zola, Fransız Devrimi’nin ardından bütün sanatçıların mekânı hâline gelen salon sergilerini, Başyapıt adlı eserinde şöyle eleştirir: “Claude, bu kalabalıkta gördüğü yüzlerin kabalığı, modanın zarafetten çok bayağılığa kaçan ölçüsüzlüğü ve herkesin en ufak bir asaletten tamamen yoksunluğu karşısında şaşkına dönmüştür. Böylece yüksek sosyeteden duyduğu korku, yerini küçümsemeye bıraktı. Bu insanlar, diye sordu kendi kendine, resmini bulduklarında onunla alay edecek olan insanlar, bunlar mıydı?”4Émile Zola, The Masterpiece, çev. Thomas Walton (Oxford: Oxford University Press, 1993), 330. Bu satırlara Modern Hayatın Ressamı kitabında yer veren Baudelaire de salon sanatçılarından yana tavır almaz ve Paris Salonu’nun saygın ressamı Horace Vernet’i yerden yere vurur. Salon sanatı artık popülariteye ve sanatın metalaşmasına hizmet etmektedir. Baudelaire’e göre o ünlü Vernet de tam anlamıyla onun modern hayatın sanatçısı olarak düşündüğü her şeyin karşısında yer alır. Ne de olsa modernite, mutlak olanı değil, geçici olanı içinde barındırır ve bu yüzden modern hayatın sanatçıları da geçici olandaki mutlak olanı arayıp bulmalıdır.

Baudelaire, 1846 Salonu üzerine yazdığı yazıda, romantizmi “güzelliğin en son ve en modern ifadesi”5Charles Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, çev. Ali Berktay (İstanbul: İletişim Yayınları, 2013), 95. olarak tanımlar. Güzellik, doğada var olmaz, bizzat sanatçının duygularındadır: “Mizacı olmayan kişi, tablo yapmaya layık değildir”6Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, 94-95.. 1859 Salonu’nda ise mizacın yerini imgelem alır. Böylece daha yüksek bir güzelliğe ulaşacak olan, bireyin duyguları değil ama imgelemidir. Anlaşılacağı üzere Baudelaire için görülenin olduğu gibi tasviri, sanat değildir. Hakikat, şeylerin temsillerinde, imgelemimizde yatar. Baudelaire, “bütün iyi ve hakiki ressamlar doğadan değil, zihinlerine yer etmiş imgeden çizerler … Eserine nihaî şeklini verme aşamasına gelmiş hakiki bir sanatçı açısından, model bir yardımcıdan çok ayak bağıdır.”7Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, 218-219. derken en çok da modern hayatın ressamı olarak gördüğü Constantin Guys’ı kasteder. Guys eserlerinde gündelik yaşamın, geçici olanın, modernitenin içindeki o ayırt edici özelliği aramış ve her zaman şiirsel kalarak bunu yansıtmaya çalışmıştır.

Constantin Guys, “Vanity Fair” (1875-1885)

Baudelaire, modernitede zaman-mekânın bir bütünlük sağlamadığını fark eder, zaman da mekân da parçalanmış ve fragmanlara ayrılmıştır. Modern sanatçı, fragmanlarda oluşan ve hafızasında yer eden imgelerle ilgilenir. Hep şimdiye aittir, anlıktır. Anın, hemen geçmiş olacak olması, moderniteyi yeniye mahkûm kılar. Modern sanatta konunun artık doğadan çıkıp kente yönelmesiyle Baudelaire için sanat da artık tanrısal değil, olsa olsa şeytani olabilir. Dönemin Paris’inin yapısı da düşler ve imgelemin sanat üzerindeki değerine uygundur. Bir karşılaştırma yaparsak biraz daha güneye gidildiğinde doğa, tüm güzelliğiyle büyülediği sanatçıyı natüralizme yöneltebilse de Baudelaire için Paris’te durum farklıdır. Sis; kaygıya, acıya ama en çok da düşlere yol açmıştır. Ne var ki sadece düş kurabilmek, modern sanatçı için yeterli olmayacaktır. Baudelaire, sanatçının, zamanın kölesi olmaması gerektiğinden söz eder. Paris Sıkıntısı‘nda bunun için sürekli sarhoş olmayı öğütler ki böylece zamana hükmedebilecek olan sanatçının kendisi olacaktır. Bir başka örnekle doğası gereği çocuk da her şeyi yeni olarak görmesi ve imgeleminin doğaya esir olmamasıyla her zaman sarhoştur. Döneminin Paris’inin sanat çevresini ise sanatı asla hissedemeyecekleri şekilde anlamaya saplantılı ve rasyonel oldukları için eleştirir.

Modern Hayatın Kahramanları

Baudelaire, modern hayatın akışkanlığına bakışlarını yönelttiğinde, Paris’in pasajlarında modern hayata özgü yeni bir kahramanla karşılaşır. En yakın tercümesiyle “aylak” olarak adlandırabileceğimiz, kalabalıkta var olan bu modern kahramanımız, flâneur’dür. Baudelaire’e göre flâneur, kimsenin kendisini fark etmediği kalabalıkta etrafı gözlemleyerek modern hayatın diğer kahramanlarını da belirler. Walter Benjamin, Baudelaire’in flâneur’ünden bahsederken Edgar Allan Poe’nun öykülerindeki kalabalığın içindeki kahramanların izini süren flâneur’e sözü verir. Flâneur’ün aylaklığı, aynı zamanda Breton’un “Kişi çalışmak zorundaysa hayatta kalmasının hiçbir anlamı yok.”8André Breton, Nadja (Paris: Éditions Gallimard, 1998), 61. diye serzenişini düstur edinir. 1840’ların Paris pasajlarında, kaplumbağaları dolaştırmanın moda olmasıyla flâneur’ler de kendi adımlarını kalabalıklara değil ama kaplumbağalara uydurmaya başlar. Zaten flâneur için zaman, kalabalıklar için olduğundan farklı akar. Onun dandy gibi zaman konusunda derdi yoktur.

Passage des Princes illüstrasyonu, Paris, 1860

“İşte böyle, Nastenka, tembellikten zevk alan bu adamın yanında bizim sürdürmek istediğimiz yaşamın ne değeri olur? Ona göre biz zavallı, acınacak bir yaşam sürmekteyiz.”9Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, Beyaz Geceler, çev. Mehmet Özgül (İstanbul: İletişim Yayınları, 2014), 41.

Baudelaire’in flâneur’üne Paris’ten çok uzakta, Dostoyevski’nin Beyaz Geceler’deki hayalperest (hayalci) kahramanında rastlarız. Hayalperest de flâneur gibi kalabalıklara karıştığında, gittiği yönün de kaldırım taşlarının da farkında olmasa da kalabalığı zihnine işlemiştir. Dostoyevski’nin kalemi flâneur’ün sözcüklerine dönüşür, onun kendi kendini anlatmasına müsaade eder. Başka bir coğrafyada bir diğer flâneur’ü ise kendi sesinden değil ama kalabalıkta oluşturduğu sesten izleriz. Edgar Allan Poe’nun Kalabalık İnsanı hikâyesinde flâneur’ü takip eden bizizdir. Anlatıcı, mekânların detaylı bir betimlemesine girmeden, kalabalığı oluşturan insanlardan bahseder: “kıpkırmızı suratlarıyla rahatsız hareket ediyorlar, sanki çevrelerindeki yoğun kalabalık içinde kendilerini yalnız hissediyormuş gibi kendi kendilerine konuşup el kol hareketleri yapıyorlardı. Yürüyüşleri engellendiğinde birdenbire söylenmeyi kesip el kol işaretlerini artırıyor, dudaklarında dalgın ve zorlama bir gülümsemeyle onları engelleyenlerin geçmesini bekliyorlardı. Kendilerine çarpıldığında, çarpan kişiyi derin bir temenna ile selamlıyor, çok şaşırmış görünüyorlardı.” Poe’nun bahsettiği kalabalığı oluşturan bu insanlarla ilgili “Yarı sarhoş zavallılardan söz edildiğini sanabilirsiniz. Oysa gerçekte sözü edilenler ‘hali vakti yerinde insanlar, tüccarlar, avukatlar ve borsa spekülatörleri’dir”10Benjamin, Pasajlar, 132. Poe bu hikâyesinde, kalabalığın içinde var olan insanları, yalnızca kalabalığın hareketine göre tasvir etmektedir.

Poe’nun flâneur’ü kalabalıktan uzaklaşmaktan korkmakta, hep kalabalığı aramaktadır. Onda kalabalığa yöneliş hiç bitmez. Beyaz Geceler’de ise hayalperest, yalnız kaldığı zaman da eline kitabını aldığında da hayaller dünyasına dalabilmektedir. Düş, onun gerçeğidir. Gece olmasıyla kalabalığın niteliği de değişir. Sokak lambalarının tablodaki etkisi azımsanacak gibi değildir. Işık oyunlarının flâneur için önemi Kalabalık İnsanı’nda olduğu kadar Beyaz Geceler’de de karşımıza çıkar.

Flâneur’ün gözünde metropol, seyrine doyamadığı sonsuz bir gösteri; bir göz kamaştırıcı imgeler, baştan çıkaran düşler, fantasmalar âlemi: Fantasmagoria.”11Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, 35.

Geceyi büyüleyen gaz lambalarının artan kullanımıyla karanlıkta dansa tutuşan ışığın ve gölgelerin arasında varlığını sürdüren modern hayatın tüm kahramanları, Fantasmagoria’yı oluşturur. Fantasmagoria’nın içinde geçmekte olan andaki sonsuzluğu resmetmek ise ancak flâneur’ün yapabileceği bir şeydir. 

Baudelaire, Poe’nun Kalabalık İnsanı’nda flâneur’ü takip eden anlatıcıyı, modern hayatın ressamı olarak gördüğü Constantin Guys’a benzetmektedir. Tıpkı anlatıcı gibi Guys’ta da bir anlığına gördüğü ve onu büyüleyen yüzü takip edecek merak vardır. Bu yönüyle Guys, flâneur olmaktan çok dandy olmaya yakındır. Dandy, burjuvazinin özlem duyduğu aristokrasinin zarafeti ve iradesinin temsilidir. Dönemin kargaşasına karşı yeni tarzda bir aristokrasi inşasıdır. Baudelaire’e göre her yüzyılın kendi destansı yönü, kahramanları ve kendi güzelliği olduğu düşünüldüğünde tavrı, etik ve estetik duruşuyla modern dönemin en büyük kahramanı muhtemelen dandy olacaktır. 1816 yılında borçları ve sarayın gözünden düşmesinden ötürü Londra’dan Paris’e gelen George Bryan Brummell, Paris’te modanın, modern giyimin sözcüsü olan ünlü bir dandy’dir. Onun kadar meşhur olan bir diğer isimse Brummell’in biyografisini yazan Jules Barbey d’Aurevilly’dir. Geçim sıkıntısı yaşadığı dönemde bile beyaz eldivenlerini giymekten vazgeçmediği bilinir.

Constantin Guys, “Dandy en bonne compagnie à Londres”

“Sanatsal ifade söz konusu olduğunda dandy ile bohemi ayırt eden kökleri veya servetleri değil, mizaçlarıdır. Bohem coşkulu, asi, hayalperest, kayıtsız, açık yürekli ve sıcak… Dandy tam aksi: Mağrur, katı, mesafeli, hesaplı-kitaplı; kılığı kıyafeti kadar hali tavrı da ölçülü biçili.”12Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, 24.

İkinci İmparatorluk’un ilanının Baudelaire üzerinde bıraktığı etki ile o artık sanatın toplumsal olanla, ahlakla bir bağlantısı olmadığını, l’art pour l’art (sanat için sanat) anlayışını savunur. Dandy ise bu sanatın yeni yüzüdür. Bohemin tüm romantizmiyle eskiyi yıkma çabasına karşı Dandy’nin amacı moderniteyi kurup onu geleneksel hâle getirmektir. Ancak dandy, silüetlerin içinde silikleşme kaygısıyla –flâneur’ün aksine- kalabalığın içinde olmaktan rahatsız olur. O, eşsiz olmalıdır.

Dandy’de olduğu gibi ince kavrayış yeteneği Constatin Guys’ta da vardır fakat onu dandizmden ayıran nokta, Guys’ın duyarlılığı ve doymak bilmez merakıdır. Constantin Guys, “uyanıp gözlerini açtığında, cama amansızca vuran yaygaracı güneşi görünce pişmanlıkla, hüzünle şöyle der kendi kendine: ‘Ne görkemli bir düzen! Nasıl bir ışık sağanağı! Saatlerdir her yer ışık içinde, ama ben uyurken ne çoğunu kaçırdım! Görebileceğim halde kaçırdığım ne kadar aydınlık şey vardı kim bilir!’ Sonra dışarı çıkar. Hayat nehrinin bütün görkemi ve parlaklığıyla yanından akıp gidişini seyreder. Büyük kentlerdeki hayatın ebedî güzelliği, şaşırtıcı ahengi karşısında hayran kalır”13Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, 101. Guys, geçici olandaki ebedî olanın yani modernitenin peşindedir.

Baudelaire’in sıkça eleştirdiği Horace Vernet gibi birçok Modern Dönem sanatçısının ele aldığı konular, zaferler ile bu zaferlerin içindeki kahramanlık anlatısında öteye geçemez. Halbuki Baudelaire’e göre modern hayatın kahramanları sadece savaş alanında ortaya çıkmazlar. Onları bulmak dandy’nin incelikli tutumuna, flâneur’ün gözlemciliğine bağlıdır. Onlara ancak kent içinde aylakça gezindikçe rastlayabiliriz. Baudelaire’in gözünde onlar, Flaubert’in Madam Bovary’yi yaratırken kadere hazla meydan okuyarak dönüştüğü kumarbazdır, gerçeklikle oynayan hokkabazdır, kentin kenara attıklarını didikleyip ayrıştıran paçavracıdır, bohemdir, dandy’dir ve kalabalıklar içinde onlara rastlayan flâneur’dür.

Kaynakça

  • Aragon, Louis. Paris Peasant. çev. Simon Watson Taylor. Londra: Jonathan Cape, 1971.
  • Baudelaire, Charles. Modern Hayatın Ressamı. çev. Ali Berktay. İstanbul: İletişim Yayınları, 2013.
  • Benjamin, Walter. Pasajlar. çev. Ahmet Cemal. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2019.
  • Breton, André. Nadja. Paris: Éditions Gallimard, 1998.
  • Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç. Beyaz Geceler. çev. Mehmet Özgül. İstanbul: İletişim Yayınları, 2014.
  • Hugo, Victor. Sefiller II. çev. Volkan Yalçıntoklu. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2016.
  • Zola, Émile. The Masterpiece. çev. Thomas Walton. Oxford: Oxford University Press. 1993.

© 2024 Çağ Akarken

Dipnotlar

  • 1
    Louis Aragon, Paris Peasant, çev. Simon Watson Taylor (Londra: Jonathan Cape, 1971), 28.
  • 2
    Victor Hugo, Sefiller II, çev. Volkan Yalçıntoklu (İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2016), 538.
  • 3
    Walter Benjamin, Pasajlar, çev. Ahmet Cemal (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2019), 103
  • 4
    Émile Zola, The Masterpiece, çev. Thomas Walton (Oxford: Oxford University Press, 1993), 330.
  • 5
    Charles Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, çev. Ali Berktay (İstanbul: İletişim Yayınları, 2013), 95.
  • 6
    Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, 94-95.
  • 7
    Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, 218-219.
  • 8
    André Breton, Nadja (Paris: Éditions Gallimard, 1998), 61.
  • 9
    Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, Beyaz Geceler, çev. Mehmet Özgül (İstanbul: İletişim Yayınları, 2014), 41.
  • 10
    Benjamin, Pasajlar, 132.
  • 11
    Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, 35.
  • 12
    Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, 24.
  • 13
    Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı, 101.

Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında lisans eğitimini Türkiye politikasının sinemaya olan etkisi üzerine bir çalışmayla bitirdikten sonra felsefe alanında yüksek lisansını Nietzsche ve Foucault üzerine yaptığı tez çalışmasıyla tamamlamıştır. Şu anda yazı ve çeviri editörü olarak çalışmaktadır. Sanat, felsefe ve politikanın yanı sıra küçüklüğünden beri kendisini büyüleyen sinemayla bağını, birçok alanın iç içe geçtiği film incelemeleri yaparak sürdürmektedir. Düşünmeye ve tartışmaya verdiği önem hem yazılarında hem de değişen çağı özgürce yorumladığı Çağ Akarken podcastte ortaya çıkmaktadır. Yağlı boya yapmaya da düşkündür. Bunların herhangi birini yapmadığı bir zamanda, muhtemelen dünyanın bir köşesinde en büyük tutkularından birini gerçekleştiriyordur: gezmek, olabildiğince gezmek.

Yazarın Diğer Metinleri

Michel Foucault: Liberalizmden Neoliberalizme Yönetim Sorunu

Bu metin, Foucault’nun 1978-79 yıllarında Collège de France’taki derslerini merkeze alarak Batı’da piyasayla ilişkisi üzerinden yönetim sorununa odaklanmaktadır.…

Devamını Okuyun
Yazı Aboneliği
Bildir
guest
0 Yorum
Beğenilenler
En Yeniler Eskiler
Inline Feedbacks
View all comments

Okuma Önerileri